Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunda, Bâb-ı Hümâyûn’dan girildiğinde sol tarafta bulunan ve bugün müze vasfında bulunan yapıdır. “Kutsal barış” anlamına gelen Aya İrini’nin yerinde bulunan ilk kilise, Büyük Konstantin (I. Constantinus) tarafından daha önce burada bulunan Artemis, Apollon ve Afrodit tapınaklarının kalıntıları kullanılarak IV. yüzyılın başlarında yaptırılmıştır. 532 yılındaki büyük Nika İsyanı sırasında yakılan ahşap kiliseyi, I. Jüstinyen (Justinianos/Iustinianus) kâgir olarak tekrar inşa ettirmiştir. 532 yılında yapımına başlanan kilisenin inşası 548 yılında bitmiştir. Zaman içerisinde, özellikle 8. ve 9. yüzyıllardaki şiddetli depremler başta olmak üzere başkaca deprem ve yangınlara da maruz kalan bu yapı, çeşitli onarımlar geçirerek günümüze kadar gelebilmiştir.
Aya İrini738 yılındaki büyük depremde zarar gören kilise onarılırken, kilisenin neredeyse tüm tavanı ve apsisi fresk ve mozikler ile bezenmiştir. Buna karşın, ikonoklazm (tasvirkırıcılık) döneminde kilisede bulunan bu fresk ve mozaikler sökülmüş ve apsisin içine, bugün de görülebilen, altın yaldızlı mozaik zemin üzerine geniş kollu bir haç işlenmiştir. Apsis kemerinde ise Tevrat’tan alıntılanan “yeryüzünde yaptığı güzel icraatla cennet mekânına yükselişini sağlayanın adı Tanrı’dır.” mealine gelen bir söz bulunmaktadır.
Doğu Romalıların “Patrikhane Şapeli” olarak niteledikleri Aya İrini, İstanbul’da bulunan camiye çevrilmemiş en eski kilise olmasının yanında Ayasofya’dan sonra en büyük Doğu Roma kilisesidir. Aya İrini’nin bir diğer özelliği ise Doğu Roma’dan günümüze kalan tek, atriumlu (avlulu) kilise oluşudur.
Aya İrini Planı: Kilise atrium, narteks (giriş) ve üç nefli naostan (ana mekân) oluşmaktadır. Üst katı kapalı Yunan haçı planındadır. 15 metre çapında ve 35 metre yüksekliğinde olan merkezi kubbe dört payeye oturmakta olup, kemerler ile taşınmaktadır. Ana kubbenin yanında, narteksin üzerini örten basık ve yayvan tonoz ikinci bir kubbe daha bulunmaktadır. Kilisenin apsisi, içeriden yarım daire şeklinde olup, dışarıdan üç cephelidir. Cepheleri arasında birer pencere olan apsisin oldukça kalın duvarları arasında bir metre genişliğinde kemerli bir dehliz bulunmaktadır. Apsisin oturtulduğu kademeler bu dehlizlerin üzerinde yer almaktadır. Narteks bölümünden atriuma beş kapı ile geçilmektedir. Osmanlı döneminde bir sıra revak eklenmiş olan atrium kısmı daralarak özgün kimliğini yitirmiştir. III. Ahmet döneminde yapıya tek kubbeli bir giriş revakı da eklenmiştir. Bu eklemeler dışında, camiye çevrilmemesi sebebiyle yapının içinde ve dışında çok fazla değişiklik yapılmamıştır.
İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmeyen Aya İrini, cephanelik olarak kullanılmış ve “Enderun Cebehanesi” ya da “İç Cebehane” olarak anılmaya başlanmıştır. Bir askeri yapı olması nedeni ile sıkı korunan kilise, zamanla çeşitli değerli silah ve eşyaların korunduğu bir yer haline gelmiştir. Lale Devri’nin Batılılaşma yanlısı sultanı III. Ahmet’in isteği ile ilk kez Aya İrini’de “Dar-ül Esliha” (Silahlar Evi) adı ile bir sergi oluşturulmuştur. Giriş revakında bulunan iki onarım kitabesinden 1726 tarihli olanından da yapının, burada bulunan silahların düzenlenerek sergilenmesi amacıyla “Darül- Esliha” olarak onarıldığı anlaşılmaktadır. 1744 tarihli ikinci kitabeden ise yapının I. Mahmut döneminde onarılarak yeniden Cebehane haline getirildiği okunmaktadır. III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde sık sık ayaklanan yeniçerilerin saldırıları yüzünden Dar-ül Esliha sergisini tekrar açmak mümkün olmamıştır. 1826 yılında da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması üzerine, başlatılan “yeniçeri avı” kapsamında büyük çoğunluğu yeniçerilere ait olan silah ve teçhizatlar tahrip edilerek yok edilmiştir.
Aya İrini’nin tam anlamı ile bir müze olarak kullanılmaya başlanması ise Sultan I. Abdülmecid döneminde gerçekleşmiştir. Sultanın damadı olan Fethi Ahmet Paşa’nın 1845 yılında Tophane-i Amire Müşiri olması ile birlikte, “Harbiye Ambarı” olarak anılan Aya İrini’deki askeri koleksiyonun yanına antik eserler de toplanarak, 1846 yılında yapının atriumunda iki koleksiyon sergisi açılmıştır. Bu sergilerden antik eserler ile ilgili olanı “Mecmua-i Asar-ı Atika” (Eski Eserler Koleksiyonu), silahlar ile ilgili olanı ise “Mecmua-i Esliha-i Atika” (Eski Silahlar Koleksiyonu) olarak adlandırılmıştır. Artık gerçek bir müze haline gelen kuruma ise önce “Müze-i Askerî”, daha sonra “Âsâr-ı Atîka-i Müze-i Hümâyun” adı verilmiştir. Takip eden yıllarda savaşlar nedeni ile sergi fonksiyonunun kaybolması ve 1869’da imparatorluğun ilk müzesi olan “Müze-i Hümayun”un da açılması ile birlikte yapıdaki arkeolojik eserler 1875 yılında Çinili Köşk’e taşınmıştır. Osman Hamdi Bey tarafından gerçekleştirilen bu taşıma işlemi ile bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin çekirdeği oluşturulmuştur. Aya İrini ise eski silah deposu ve sergisi olarak kullanılmaya devam edilmiştir. Bu dönemde yapının içine padişahın kullanması için XV. Louis stilinde küçük fakat ihtişamlı bir oda yapılmıştır.
Aya İriniMühendishâne-i Berrî-i Hümâyun hocalarından Ahmet Muhtar Paşa ve Tophane Müşiri Zeki Paşa’nın Avrupa müzelerini gördükten sonra dönemin padişahı II. Abdülhamit’e sundukları bir lahiya üzerine Sultan Abdülhamit yeni bir askeri müze kurulmasına karar vermiştir. Ancak ülkedeki karışıklıklar sebebiyle bu girişim hemen gerçekleşememiştir. Ancak 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Aya İrini, ilk modern askeri müze olarak tekrar açılabilmiştir. Önce “Esliha-ı Askeriyye Müzesi”, daha sonra “Müze-i Askerî-i Osmânî” olarak adlandırılan müzenin ilk müdürü Ahmet Muhtar Paşa, 1923’e kadar sürdürdüğü görevi boyunca müzede bir kütüphane, bir poligon ve dönem için büyük bir yenilik sayılabilecek bir sinema salonu kurmuştur. Ayrıca oğlu Sermed Muhtar (Alus)’a Türkçe ve Fransızca olmak üzere üç ciltlik bir Askeri Müze rehberi hazırlatmıştır. Mehter müziği notalarını Aya İrinida “Mehterhâne-i Hâkânî” adıyla toplayan müze bir süre sonra kendi bünyesinde bir mehter takımı kurmuştur.
Cumhuriyet’in ilanından sonra da Aya İrini’de faaliyetine devam eden Askeri Müze, II. Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye de sıçrayabileceği endişesiyle 1940 yılında kapatılmış ve içerisindeki eserler korunması amacıyla İç Anadolu’nun çeşitli şehirlerine dağıtılmıştır. Savaşın ardından tekrar İstanbul’a getirilen eserler bu sefer Maçka Kışlası’na nakledilmiştir. Askeri Müze’nin kapatılmasıyla uzun bir süre boş kalan Aya İrini, 1973-1976 yılları arasında onarıma alınarak, yapının nemden arındırılması amacıyla çevresindeki toprak dolgular kaldırılmıştır. Böylece zamanla toprak seviyesinin altında kalan, zemine yakın dış duvarlar çukurda kalacak şekilde açığa çıkarılmıştır. Bu onarımdan sonra Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı bir birim haline getirilen yapı 1973’ten günümüze İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği çeşitli kültür-sanat etkinliklerine ev sahipliği yapmaya devam etmektedir.
Bulunduğu yer: Topkapı Sarayı Müzesi
Adresi: Cankurtaran, Topkapı Sarayı No:1, 34122 Fatih/İstanbul
Mimari tarz: Bizans mimarisi